TABULA RASA:İngiliz empirist felsefe geleneğinin kurucusu olan John Locke’un, bilginin duyu deneyininin sonucu olduğunu, zihinde doğuştan düşünceler bulunmadığını, mantık ilkelerinin bile sonradan kazanıldığını söylerken, zihnin doğuşta, her tür deneyim öncesinde bomboş olduğuna işaret etmek için kullanmış olduğu Latince terim.Düz anlamı “ boş levha” ya da “ üzerine hiçbir şey yazılmamış boş kağıt” olan tabula rasa, zihinde doğuştan düşünceler bulunmadığını dile getirmek için kullanılan bir benzetmedir.Locke’un söz konusu bilgi anlayışına göre, insan zihni pasiftir, dış dünyadaki uyaranların etkisiyle aldığı duyumları işleyerek bilgiye ulaşır, fakat kendi başına hiçbir şey yaratamaz, zira insan zihni doğuştan bomboştur, boş bir levha gibidir.Bilgi bu levhaya, dıştan gelen bir takım işaretler kazındıkça oluşur.Locke’un söz konusu tabula rasa öğretisi, onun bir yandan Descartes’ın kendisine ve dolayısıyla Descartes tarafından savunulmuş olan akılcı bilgi anlayışına karşı çıkarken, diğer yandan Aristotelesçi pasif ruh anlayışını benimsemesinin bir sonucu olmak durumundadır.Locke’un hemen tüm 18. Yüzyıl filozofları tarafından da kabul edilen ve klasik davranışçılıkta da yaşayan bu bilgi anlayışına göre, insanlarda zihinsel ya da entelektüel bakımdan söz konusu olan tüm farklılıklar, bireylerin tecrübe ya da deneyimlerindeki farklılıklarla, eğitimlerindeki farklılıklara bağlanmalıdır.Epistemolojik bir öğreti olan tabula rasa öğretisinin sosyal bir boyutu da vardır.Toplumsal eşitsizliğin biyo-psişik kökenleri olduğu görüşüne karşı çıkan Aydınlanma düşünürü Helvetius, benimsediği tabula rasa öğretisine dayanarak, insanların dünyaya eşit geldiklerini, onların bütünüyle içinde bulundukları koşulların ürünü ve aldıkları eğitimin eseri olduklarını öne sürmüştür.